Görsel Algılama, Kelimenin kökünden de
anlaşılacağı gibi görmek, (Göz ve ışık ile yapılan algılama) eyleminden
kaynaklanmakta ve canlıların geliştirdiği en etkili algılama metotlarından
biridir. Optik bir göze sahip canlılar, Nesnelerin uzaydaki X, Y, Z
referanslarını iki boyutlu bir düzlem üzerinde ifade ederek bu bilgiyi bellek
veri tabanlarında saklarlar. Canlıların görebildikleri ışık daha öncede
belirttiğim gibi belirli dalga boyları, enerji seviyeleri ve ışık ısısı
değerleri arasındadır. Ancak bu dar skala bile, Özellikle insanın çevresini çok
detaylı bir şekilde tanımlayacak ve renklendirecek kadar
aydınlatmaktadır.
Görme eylemini başlatan ışık, ortamı dolduran fotonlardan
oluşmakta, fotonlar ise birbirleri ile etkileşim içerisinde bulunan enerji
seviyesindeki temel parçacıklardır. Güneşten veya bir ışık kaynağından atılan
elektronlarla çarpışarak bir zincirleme bir enerji reaksiyonu oluşturarak ışık
ışınlarını oluştururlar. Sanıldığı gibi bir foton, bir referanstan diğerine yol
almaz, Ortamdaki diğer fotonlarla çarpışarak tıpkı domino taşları gibi bir
doğrusal enerji ışınımı oluşturur. Işınımın yönü ise ışık kaynağından
fırlatılan elektronun kuvvet yönü ile paraleldir. Enerjisi elektronun hızı ile
doğru orantılıdır. Dalga boyu ve derinliği ise çarpışmanın şiddeti ile dolayısı
ile yine fırlatılan elektronun hızı ile sınırlıdır.
Beynimiz, ışığın sahip olduğu tüm parametreleri ustalıkla
kullanarak nesnenin iki boyutlu görüntüsünü ve renklerini oluşturur. Üç boyutlu
algılama, Gözün arka bölümünde üzerinde ışığa duyarlı hücreler bulunan iki
boyutlu bir düzlem üzerinde ışık ve gölge yoğunluğu bulunan iki boyutlu resmin
beyin tarafından yorumlanması ile oluşur. Yani biz nesneleri Gözün Optik
prensipleri yüzünden iki boyutlu algılarız, ancak beyin fotoğrafın üzerindeki
açık ve koyu bölgeleri yorumlayarak nesnenin diğer koordinatlarını anlamamızı
sağlar. Nesnenin üzerinde bulunan her bir detay eğer ışık kaynağı tarafından
aydınlatılmış ise foton ışınımı tarafından referansları gözümüze taşınır.
Aslında güneşten gelen ışık Doğrusal olduğu için
nesnenin sadece belirli bölümlerini görmeliydik ancak yerden, atmosferden ve
diğer nesnelerden yansıyan ışık dünyamızı etkin bir şekilde
aydınlatmaktadır.
Renkler, yansımanın bir sonucu olarak beyin tarafından
yaratılmış, belkide sadece bazı canlılara özgü bir kavramlardır. Fizikte Renk
diye temel bir kavram yoktur. Renkler nesnelerin yüzey gerilimlerinin ışığın
baskısına verdiği tepkiyi beynin sınıflandırması sonucu oluşmuş sanal kavramlardır.
Bu yüzden bazı canlıların renkten haberi yoktur. Nesnenin yüzeyine çarpan ışık
bir baskı oluşturur. Bu baskının bir bölümünü nesnenin yüzeyi rezonansa geçerek
sönümler. Böylece yansıyan ışığın dalga boyu, derinliği, şiddeti, enerjisi gibi
parametreleri değişime uğrar. Beynimiz kendi içinde bu parametreleri alt ve üst
değerler olarak skalalara ayırmış ve sınıflandırmıştır.
Her bir skala beynimizde bir renk çağrışımı şekline
dönüşür. Bu durum, canlının bir bakışta nesnenin nitelikleri ile ilgili bilgi edinmesi
için tasarlanmış çok gelişmiş bir algılama meydana
getirmiştir. Nesnelerin yüzey gerilimleri, onların sert veya yumuşak olmaları,
pütürlü veya parlak olmaları, organik veya inorganik olmaları gibi canlı için
çok önemli bilgileri, nesnenin yanına gitmeden ona dokunmadan uzaktan
edinmesini sağlar. Bu canlının hayatta kalması için çok önemlidir. Gözün arka
bölümündeki ışığa duyarlı hücreler, ışığın şiddeti, rengi gibi parametrelerini
elektrik impulslarına çevirerek beyne iletirler. Görsel algılama, Evrenin büyük
patlamadan bu yana saçtığı enerjiyi ve termo dinamik yasalarını kullanan çok
temel ve önemli bir algılamadır. Örneğin ses havasız ortamda iletilmez. Ancak
ışık evrenin her köşesinde vardır. Eğer evrenimizde yaşıyan başka canlılar
varsa muhtemeldir ki onlar da bu benzersiz algı metodunu
kullanıyorlardır.